Tarihteki en erken tahakküm biçimi aile kurumunun oluşmasıyla meydana çıkmıştır. Aile kurumu, erkeğin dişi üzerinde tahakküme dayalı bir ilişki biçimiydi. Bu ilişkinin oluşmasıyla beraber tarafların uyması gereken roller oluştu. Erkek, adam –koca-, dişi ise kadın –karı- oldu.

Bu iki cinsin ilişkisi üretim biçimlerinin gelişmesiyle daha farklı şekiller aldı. Kimi avcı-toplayıcı topluluklarda cinsiyetler arası fark ve iş bölümü pek belirgin değilken medeniyetin biçimlenmesi ile bu farklar farklı biçimler aldı.

Bu ilişki sadece görev farklılıklarından da meydana gelmiyordu. Güç dağılımında da büyük farklılıklar mevcuttu. “Medeni” toplumların hemen hemen hepsinde ailede en çok sözü geçen kişi erkekti. Erkeğin emri mutlaktı.

Bu ilişkinin en somut örneklerden birini Orta Çağ’ın İslamiyetinde görmek mümkün olacaktır. Erkeğin görevi genellikle ev dışındayken, kadın istediği gibi dışarı çıkamazdı. Kadın, eve istediği gibi misafir getiremezdi. Kadın, kocasını yatakta istediği gibi reddedemezdi.

Erkeğin tahakkümüne bağlı kalmak istemeyen kadın ahlaksızlık ile suçlandı, dışlandı. Aden Bahçesinden kovulan Lilit gibi.

Kadın, medeniyetin biçimlenmesiyle salt erkek için çalışan bir araç haline geldi. Bu tür ataerkil ve heteronormatif birlikteliklerin dışında kalan ilişki türleri sapkın olmakla yaftalandı, helak edildi.

Erkeğin erkeksi kadının ise kadınsı olması gerekti. Kadınlık, aslında kendisini kontrol altında tutan erkekliğin, dişi için oluşturulan bir uzantısıydı. Kadının görevlerinin hemen hemen hepsi ev işleri ile sınırlıyken, asıl sözü geçen erkek ise aileyi “yönetmekle” sorumluydu. Bununla birlikte erkek, ailenin tüm gereklerini kendisi sırtlıyordu. Erkeğin sert, güçlü, soğuk ve olabildiği kadar duygusuz olması gerekiyordu. Kadının ise tüm arzularını, duygularını bir kenara atıp itaat etmesi gerekiyordu.

Erkeğin erkekliğine, kadının ise kadınlığına sadık olması bir zorunluluktu. Erkeğin, kendisinden önce gelenlerin onun için biçtiği rollere uygun yaşamaması büyük bir ayıptı. Bir erkeğin erkekliğine, özellikle bir kadınca halel getirilmesi affedilemezdi.

Erkeklik namustu. Namusu kirlenenin ise onu temizlemesi gerekiyordu. Namus ise sadece kanla, hiç değilse zor ile temizlenebiliyordu. Namusu kirleten kim olursa olsun –eş, kardeş, çocuk…- fark etmiyordu. Asıl önemli olan kirlenen namusun temizlenmesiydi.

Erkekliğin karşılığı güç, şiddet ve tahakkümdü. Kadın olmanın, kadınlığın karşılığı ise, bir öncekine bağlı olarak koşulsuz itaat ve koşulsuz itaat için elverişli olabilmekti (saflık, bekaret, vs.)

Toplumsal cinsiyet kandan ve acıdan beslenir. Toplumsal cinsiyet, ölümden ve kederden beslenen erkeklikten ve onun farklı uzantılarından ibarettir. O, yine kendisi yüzünden çokça ayıplanmış sevginin ve şefkatin tam zıddıdır.