1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
268
269
270
271
272
273
274
275
276
277
278
279
280
281
282
283
284
285
286
287
288
289
290
291
292
293
294
295
296
297
298
299
300
301
302
303
304
305
306
307
308
309
310
311
312
313
314
315
316
317
318
319
320
321
322
323
324
325
326
327
328
329
330
331
332
333
334
335
336
337
338
339
340
341
342
343
344
345
346
347
348
349
350
351
352
353
354
355
356
357
358
359
360
361
362
363
364
365
366
367
368
369
370
371
372
373
374
375
376
377
378
379
380
381
382
383
384
385
386
387
388
389
390
391
392
393
394
395
396
397
398
399
400
401
402
403
404
405
406
407
408
409
410
411
412
413
414
415
416
417
418
419
420
421
422
423
424
425
426
427
428
429
430
431
432
433
434
435
436
437
438
439
440
441
442
443
444
445
446
447
448
449
450
451
452
453
454
455
456
457
458
459
460
461
462
463
464
465
466
467
468
469
470
471
472
473
474
475
476
477
478
479
480
481
482
483
484
485
486
487
488
489
490
491
492
493
494
495
496
497
498
499
500
501
502
503
504
505
506
507
508
509
510
511
512
513
514
515
516
517
518
519
520
521
522
523
524
525
526
527
528
529
530
531
532
533
534
535
536
537
538
539
540
541
542
543
544
545
546
547
548
549
550
551
552
553
554
555
556
557
558
559
560
561
562
563
564
565
566
567
568
569
570
571
572
573
574
575
576
577
578
579
580
581
582
583
584
585
586
587
588
589
590
591
592
593
594
595
596
597
598
599
600
601
602
603
604
605
606
607
608
609
610
611
612
613
614
615
616
617
618
619
620
621
622
623
624
625
626
627
628
629
630
631
632
633
634
635
636
637
638
639
640
641
642
643
644
645
646
647
648
649
650
651
652
653
654
655
656
657
658
659
660
661
662
663
664
665
666
667
668
669
670
671
672
673
674
675
676
677
678
679
680
681
682
683
684
685
686
687
688
689
690
691
692
693
694
695
696
697
698
699
700
701
702
703
704
705
706
707
708
709
710
711
712
713
714
715
716
717
718
719
720
721
722
723
724
725
726
727
728
729
730
731
732
733
734
735
736
737
738
739
740
741
742
743
744
745
746
747
748
749
750
751
752
753
754
755
756
757
758
759
760
761
762
763
764
765
766
767
768
769
770
771
772
773
774
775
776
777
778
779
780
781
782
783
784
785
786
787
788
789
790
791
792
793
794
795
796
797
798
799
800
801
802
803
804
805
806
807
808
809
810
811
812
813
814
815
816
817
818
819
820
821
822
823
824
825
826
827
828
829
830
831
832
833
834
835
836
837
838
839
840
841
842
843
844
845
846
847
848
849
850
851
852
853
854
855
856
857
858
859
860
861
862
863
864
865
866
867
868
869
870
871
872
873
874
875
876
877
878
879
880
881
882
883
884
885
886
887
888
889
890
891
892
893
894
895
896
897
898
899
900
901
902
903
904
905
906
907
908
909
910
911
912
913
914
915
916
917
918
919
920
921
922
923
924
925
926
927
928
929
930
931
932
933
934
935
936
937
938
939
940
941
942
943
944
945
946
947
948
949
950
951
952
953
954
955
956
957
958
959
960
961
962
963
964
965
966
967
968
969
970
971
972
973
974
975
976
977
978
979
980
981
982
983
984
985
986
987
988
989
990
991
992
993
994
995
996
997
998
999
1000
1001
1002
1003
1004
1005
1006
1007
1008
1009
1010
1011
1012
1013
1014
1015
1016
1017
1018
1019
1020
1021
1022
1023
1024
1025
1026
1027
1028
1029
|
#title Silahlı Neşe
#author Alfredo M. Bonanno
#source 1977
#lang tr
#pubdate 2024-01-18T20:51:24
#topics isyan,iş karşıtlığı,anarşizm
#notes https://ipfs-library.net/ipns/k51qzi5uqu5dilpz7m5l1k9sq15alyfmh27f352l3nz99j2e7urb77adivvumd/alfredo-m-bonanno-silahli-nese.pdf Çeviren: Nelin Çiper
* Önsöz
<center>
<quote>
Bu kitap 1977’de, o sırada İtalya’da süren devrimci mücadelelerin hızıyla yazılmıştı ve
bugün okunurken, şimdi son derece farklı olan o durum akılda tutulmalıdır. Devrim-
ci hareket, ki buna anarşist hareket de dahildir, gelişim aşamasındaydı ve herşey,
hatta silahlı çatışmanın genelleşmesi bile mümkün görünüyordu.
Ama insanın kendini, küçük bir militan azınlığın baskıya ve Devlet’in sermaye
idaresini yeniden organize etme girişimine (itiraf etmek gerekir ki oldukça zayıf bir
çabaydı) karşı mücadele eden onbinlerce yoldaşa dayatmaya niyetli olduğu uzmanlaş-
ma ve militerleştirme tehlikesinden koruması gerekiyordu.
İtalya’da durum buydu, ama Almanya, Fransa, Büyük Britanya ve başka her yerde de
benzer şeyler olmaktaydı. Yoldaşların her gün iktidar adamlarına ve yapılarına karşı
gerçekleştirdikleri eylemlerden, İtalya’daki Kızıl Tugaylar gibi silahlı bir partinin
planlı mantığının çıkarılmasını önlemek esas gibi görünüyordu.
Kitabın ruhu budur. Bir özgürleşme ve yıkım uygulamasının nasıl bir idare grubunun
önceden belirlenmiş kuralları çerçevesindeki ölümcül, şematik katılıktan değil ama
neşeli mücadele mantığından çıkabileceğini göstermek.
Bu sorunların bazıları artık yaşanmıyor. Tarihin sert dersleri tarafından çözüldü. Reel
sosyalizmin yıkılması aniden, her eğilimden marksistlerin idare hırslarını sonsuza
dek yeniden boyutlandırdı. Diğer yandan her yerde, özellikle de genç nesiller arasında
yayılan özgürlük ve anarşist komünizm arzusunu söndürmedi, muhtemelen alev -
lendirdi. Pek çok durumda anarşizmin ideolojisinden etkilenmemek için geleneksel
simgelerine, sloganlarına ve teorilerine başvurulmaması anlaşılabilir, fakat bu pay -
laşılamaz bir durumdur.
Bu kitap yine güncel oldu, ama farklı bir açıdan. Artık var olmayan ağır, tekelleştirici yapısının eleştirisi olarak değil, onları baskı ve denetim altında tutan her şeyin neşey-
le yıkımı yolunda bireyin potansiyel becerilerine işaret edebildiği için.
Bitirmeden önce, kitabın İtalya’da imha edilmesinin emredildiğini belirtmeliyim.
İtalya Yüksek Mahkemesi yakılmasını emretti. Kitabın kopyasını bulunduran tüm
kütüphaneler İçişleri Bakanlığı’ndan, yakılmasını emreden birer genelge aldılar.
Birden fazla kütüphane, böyle bir uygulamanın Nazilere ya da Engizisyona yakışa-
cağını düşünerek kitabı yakmayı reddetti, ama yasalara göre kitaba başvurulamaz.
Aynı sebepten, kitap İtalya’da yasal olarak dağıtılamaz ve pek çok yoldaşın kopyasına
bu amaç için gerçekleştirilen büyük baskın dalgası sırasında el konuldu. Bu kitabı
yazdığım için onsekiz ay hapis cezasına çarptırıldım.
Alfredo M. Bonanno
Catania, 14 Temmuz 1993
</quote>
</center>
* I
<center>
<quote>
"Paris’te devrim başı sonu olmayan bir şenlikti."
Bakunin (Paris, 1848, devrim)
</quote>
</center>
Bu şeytani çocuklar Montanelli’yi[1] neden bacaklarından vurdular ki? Ağzından
vursa- lar daha iyi değil miydi? Elbette iyiydi. Ama daha ağır, daha kinci ve ciddi
olurdu. Bunun gibi bir hayvanı bu şekilde sakatlamanın, intikamın ötesinde, bu faşist
gazeteci ve patronların uşağı olan adamı sorumlulukları için cezalandırmanın
ötesinde daha derin, daha anlamlı tarafları olabilir.
Sakatlamak onun aksamasına ve hatırlamasına sebep olur. Dahası, sakatlamak,
ağızdan vurmaktan, beyin parçalarının gözlerden fışkırmasından daha kabul edilebi-
lir bir eğlencedir.
Her sabah sisin içinde yola çıkan ve fabrikanın boğucu havasına yürüyen yoldaş; ya da
ofise gidiyor hep aynı yüzleri görmek için: ustabaşı, saat denetçisi; o anın casusu,
besleyecek-yedi-çocuğuyla-Stakhanovite, devrim, mücadele, ve ölümcül olacak olsa
bile fiziksel çatışma ihtiyacını hisseder. Ama aynı zamanda hemen, şu anda neşe yaşa-
mak ister. Ve sisin içinde yürürken, trenlerde ve tramvaylarda saatler geçirirken, ofise
gitmenin ya da kapitalizmin faydasız mekanizmalarını bir arada tutan faydasız civat-
alar arasında bulunmanın boğuculuğunu yaşarken bu neşeyi fantazilerinde besler.
Bedeli ödenmiş neşe; patronun parasını ödediği ücretli haftasonları ve senelik tatiller,
aşk yapmak için para ödemek gibidir. Aynı görünür, ama eksik birşey vardır.
Kitaplarda, bildirilerde ve devrimci gazetelerde yüzlerce teori birikti. Bunu yapmalıyız, şunu yapmalıyız, olayları bunun dediği gibi, şunun dediği gibi görmeliyiz,
çünkü geçmişteki, cilt cilt boğucu klasikleri dolduran, isimleri büyük harflerle
yazılan şunun ya da bunun gerçek yorumcusu onlardır.
Onları el altında bulundurmak bile ayinin bir parçasıdır. Onlara sahip olmamak kötü
işarettir, şüphe çekicidir. Onları her durumda el altında bulundurmak faydalıdır. Ağır
olduklarında her zaman, sıkıntı veren birilerinin yüzüne fırltılabilirler. Geçmişin (ve
bugünün) devrimci metinlerinin geçerliliğinin yeni olmayan, ama yine de sağlıklı bir
doğrulaması.
O ciltlerde asla neşe hakkında birşey bulamazsınız. İnsanın bu sayfalarda soluduğu
atmosferin, manastırın haşin havasından eksik kalır yanı yoktur. Yazarları, intikam
ve ceza devriminin rahipleri, zamanlarını suç ve ceza tartarak geçirirler. Dahası, kot
pantolonlu rahipler iffet yemini etmişlerdir, bu yüzden aynısını bekler ve dayatırlar.
Fedakarlıkları için ödüllendirilmek isterler. İlk önce çıktıkları sınıfın konforlu
çevresini terk etmişler, sonra yeteneklerini mirastan yoksun kalanların emrine
vermişlerdir. Kendilerine ait olmayan sözcükler kullanmaya, kirli masa örtüleri ve
yapılmamış yataklar üzerinde sigara tüttürmeye alışmışlardır. Bu yüzden, insan
onları en azından dinleyebilir.
Düzenli devrimler, düzgünce hazırlanmış ilkeler, çalkantısız anarşi hayal ederler.
İşler farklı yöne giderse provokasyon çığlıkları atmaya başlarlar, öyle çok bağırırlar ki
polis onları alır götürür.
Devrimciler dindar insanlardır. Devrimse dindar değildir.
* II
<center>
<quote>
"Ben kediye kedi derim."
Boileau
</quote>
</center>
Neyi nasıl üreteceğimize dair devrimci sorunla hepimiz ilgiliyiz, ama kimse üretimin
devrimci bir sorun olduğuna işaret etmez. Kapitalist sömürünün kökünde üretim
varsa, üretim tarzını değiştirmek yalnızca sömürü tarzını değiştirecektir.
Kızıla boyamış olsanız da kedi kedidir.
Üreten kutsaldır. Çekin ellerinizi! Onun fedakarlığını devrim adına kutsayın, ve les
jeux sont faits.
“Peki ne yiyeceğiz?” diye sorar endişeli insanlar. “Ekmek ve bağcık,” der gerçekçi, tek
gözü tencerenin, diğeri silahının üzerinde. “Fikirler,” diye bildirir herşeyi karıştıran
idealist, bir gözü hayaller kitabında, diğeri insan türünün üzerinde.
Üretime dokunan herkesin işi bitiktir.
Kapitalizm ve onunla savaşanlar üretenin cesedinin üzerinde yanyana otururlar, ama
üretim sürmelidir.
Politik ekonomi eleştirisi (üretimin tüm faydalarının zevkini çıkaranlar tarafından
gerçekleştirilen) en az çabayla üretim tarzının rasyonalizasyonudur. Başka herkes,
sömürülenler, hiçbir şeyin eksik olmamasına özen göstermelidirler. Aksi halde nasıl
yaşayabiliriz ki?
Işığa çıktığı zaman karanlığın oğlu hiçbir şey göremez, tıpkı karanlıkta el yordamı ile
ilerlerken olduğu gibi. Neşe onu kör eder. Onu öldürür. Bu yüzden neşenin bir halüsi-
nasyon olduğunu söyler ve neşeyi kınar.
Gevşek, şişman burjuva bolluk içinde aylaklık eder. Bu yüzden zevk almak günahtır.
Bu, burjuva ile aynı duyguları yaşamak ve üreten proloteryaya ihanet etmek demektir.
Hiç değil. Burjuva sömürü sürecini sürdürmek için her çareye başvurur. O da stres
altındadır ve asla neşe için zaman bulamaz. Onun gezileri yeni yatırım fırsatlarıdır,
aşıkları rakipler hakkında bilgi aldığı casuslardır.
Üretim tanrısı en sadık müritlerini bile öldürür. Kafalarını kopartır ve fışkıran yalnızca bir pislik seli olur.
Lanetli aç kişi, dalkavuk sürüsü eşliğinde gezen zengini gördüğünde intikam duyguları besler. Herşeyden önce düşman yok edilmelidir. Ama ganimeti saklayın. Servet yok edilmemelidir, kullanılmalıdır Ne olduğu, ne biçim aldığı ya da ne tür iş sağladığı önemli değildir. Önemli olan, onu o sırada her kimin elindeyse ondan almak, böylece herkesin ona ulaşabilmesini sağlamaktır.
Herkesin mi? Elbette, herkesin.
Peki bu nasıl olacak?
Devrimci şiddet ile.
yi yanıt. Ama gerçekten de, canımız sıkılana kadar kelle uçurduktan sonra ne yapacağız? Artık, mumla arasak bile daha fazla toprak sahibi bulamadığımız zaman ne
yapacağız?
O zaman devrim hüküm sürüyor olacak. İhtiyaçlarına göre herkese, ve olanaklarına göre herkesten. İlgi göster, yoldaş. Burada muhasebe kokusu var. Üretim ve tüketimden bahsediyoruz. Herşey hâlâ üretim boyutunda. Aritmetik, kendini güvende hissetmeni sağlıyor. İki kere iki dört eder. Bu ‘gerçeğe’ kim karşı çıkabilir? Dünyaya sayılar hükmediyor. Şimdiye dek etmişlerse, neden gelecekte de etmesinler?
Hepimizin somut ve sağlam birşeye ihtiyacımız var. Bizi boğmaya başlayan dürtüleri
durdurmak için duvar inşa edecek taşlar. Hepimizin nesnelliğe ihtiyacımız var. Patron
cüzdanı üzerine yemin ediyor, köylü küreği üzerine, devrimci silahı üzerine. Bir
gıdım eleştiriye izin ver, tüm iskele yıkılsın
Ağır nesnelliği içinde, gündelik dünya bizi koşullar ve üretir. Hepimiz gündelik
bayağılığın çocuklarıyız. Devrim gibi ‘ciddi şeyler’den bahsederken bile gözlerimiz
hâlâ takvime dikilmiş. Patron devrimden korkar, çünkü devrim onu servetinden
yoksun bırakacaktır, köylü bir parça toprak bulacak, devrimci teorisini sınayacaktır.
Eğer sorun bu şartlarda görülüyorsa, cüzdan, toprak ve devrimci teori arasında fark
yoktur. Bunların hepsi oldukça hayali nesnelerdir, yalnızca insanın hayal gücünün
aynaları.
Yalnızca mücadele gerçektir.
Patronu köylüden ayırır ve köylü ile devrimci arasında bir bağ kurar.
Üretimin aldığı organizasyon biçimleri hayali bireysel kimliği saklayacak ideolojik
aygıtlardır. Bu kimlik hayali ekonomik değer kavramına yansıtılır. Kanun kendi yoru-
munu belirler. Tüketicilikte olduğu gibi, kanunu kısmen patronlar kontrol eder.
Psikolojik savaş teknolojisi ve mutlak baskı, insanın ürettiği ölçüde insan olduğu fikrini güçlendirmeye katkıda bulunur.
Kanunun diğer kısımları değiştirilebilir. Devrimci dönüşüme uğrayamazlar, ama
zaman zaman düzeltilirler. Örneğin, seneler önceki lüks tüketimin yerini alan kitle
tüketimini düşünün.
Sonra, kendi kendini kontrol eden üretim idaresi gibi daha rafine biçimler gelmiştir.
Sömürü kanununun bir başka unsuru.
*Vesaire, vesaire, vesaire. Benim adıma, benim hayatımı organize etmeye karar veren hiç kimse
benim yoldaşım olamaz. İnsanın üretmesi, aksi halde insan olarak tüm kimliğimizi yitireceğimiz
ve ‘vahşi, yabanıl doğamız’ tarafından altedileceğimiz bahanesi ile bunu haklı göstermeye çalışır-
larsa, insan-doğa ilişkisinin aydınlanmış marksist burjuvazinin bir ürünü olduğu yanıtını veririz.
Neden kılıcı yabaya dönüştürmek istediler? Neden insan hep kendini doğadan ayırmak için çaba
harcamalı?*
* III
<quote>
"İnsanlar gerekli olana ulaşamayınca,
gereksiz olanla yorarlar kendilerini."
Goethe
</quote>
İnsanın pek çok şeye ihtiyacı vardır.
Bu ifade genelde, ‘insanın karşılaması gereken ihtiyaçları vardır’, biçiminde anlaşılır.
Bu şekilde insanlar tarihsel olarak belirlenmiş birimlerden bir ikiliğe dönüşürler (aynı
anda vasıta ve amaç). Kendi ihtiyaçlarının tatmini aracılığı ile (örneğin iş aracılığı ile)
kendilerini gerçekleştirirler, böylece kendi gerçekleşmelerinin aracı haline gelirler.
Bu gibi ifadelerin içinde ne kadar mitoloji gizli olduğunu herkes görebilir. İnsan kendini doğadan iş aracılığı ile ayırıyorsa, ihtiyaçlarını karşılayarak nasıl tatmin olabilir?
Bunu yapmak için zaten insan olması gereklidir, yani ihtiyaçlarını karşılamıştır, ki bu
da çalışması gerekmiyor demektir.
Malların derin simgesel içeriği vardır. Bir referans noktası, bir ölçü birimi, bir değişim
değeri halini alırlar. Gösteri başlar. Roller dağıtılır ve sonsuza dek kendilerini yeniden
üretir dururlar. Aktörler fazla değişim olmadan rollerini oynar dururlar.
htiyaçların karşılanması bir refleksten, bir marjinal etkiden daha fazlası olmamaya
başlar. Önemli olan insanları ‘şeylere’ dönüştürmektir ve onlarla birlikte başka her
şeyi de. Doğa bir ‘şey’ olur. Kullanılır, ve insanın yaşamsal içgüdüleri ile birlikte
yozlaşır. Doğa ile insan arasında bir uçurum açılır. Uçurum doldurulmalıdır ve mal
pazarının genişlemesi bu işi görmektedir. Oyun, kendini çelişkileri ile birlikte yutma
noktasına doğru genişlemektedir. Sahne ve seyirci aynı boyuta girer, kendilerini aynı
oyunun daha yüksek, daha etkili bir düzeyi için önerirler, ve sonsuza dek böyle sürer.
Mal kanunundan kaçan herkes nesneleşmez ve oyun alanının “dışına” düşer. Parmakla gösterilirler. Dikenli tellerle çevrilirler. Globalleşmeyi ve kanunun alternatif biçimi-
ni reddederlerse suçlu ilan edilirler. Deli oldukları açıktır! Gerçekliği yanılsamaya,
somutluğu gerçek olmayana dayandıran bir dünyada yanılsamayı reddetmek yasaklanmıştır.
Kapital birikim yasalarına göre oyunu idare eder. Ama hiçbir şey sonsuza dek birikti-
rilemez. Kapital bile. Mutlak niceliksel bir süreç bir yanılsamadır, kesin söylemek
gerekirse, niceliksel bir yanılsamadır. Patronlar bunu çok iyi bilirler. Sömürü farklı
biçimler ve ideolojik modeller alarak niteliksel olarak farklı şekillerde bu birikimin
sürmesini güvenceye alır, çünlü niceliksel açıdan sonsuza dek sürdüremez.
Tüm sürecin çelişkili ve yanılsama olması kapital için önemli değildir, çünkü dizginleri tutan ve kuralları koyan odur. Gerçeklik diye yanılsama satması gerekiyorsa ve
bu para getiriyorsa, o zaman çok fazla soru sormadan devam edelim. Faturayı ödeyen
sömürülenlerdir. Bu yüzden hileyi görmek ve gerçekliği tanımak konusunda
endişelenmek onlara kalmıştır. Sermaye için herşey olduğu haliyle güzeldir, dünyadaki en büyük illüzyon gösterisine dayalı olsalar bile.
Sömürülenler bu dolandırıcılığı neredeyse nostalji ile anarlar. Onların zincirlerine
alışmış, bağlanmışlardır. Arada sırada büyüleyici ayaklanmalar ve kan banyoları hakında fantaziler kurarlar, sonra yeni siyasi önderlerin söylevlerine kapılıp giderler.
Devrimci parti kapitalin hayali açısını, onun kendi başına ulaşamayacağı ufuklara
çeker. Niceliksel yanılsama yayılır.
Sömürülenler birleşip kendilerini sayar, sonuçlar çıkarırlar. Şiddet dolu sloganlar burjuva yürekleri tekletir. Sayı ne kadar büyükse, önderler o kadar kibirle oynayıp sıçrarlar, o kadar talepkar olurlar. İktidarın ele geçirilmesi için büyük planlar hazırlarlar.
Bu yeni iktidar eskinin yıkıntıları üzerinde yayılmaya hazırlanır. Bonaparte’ın ruhu
tatmin içinde gülümser.
Elbette, yanılsama kanunları içinde derin değişimler programlanmaktadır. Ama
herşey niceliksel birikim simgesine teslim edilmelidir. Devrimin talepleri, militangüçler büyüdükçe artar. Aynı şekilde, özel karın yerini alan sosyal kar büyümelidir.
Böylece sermaye yeni, hayali, olağanüstü bir aşamaya girer. Eski ihtiyaçlar yeni
etiketler altında ısrarla baskı yaparlar. Üretim tanrısı rakipsizce hükmetmeye devam
eder.
Kendi kendimizi saymamız ne güzel. Kendimizi güçlü hissetmemizi sağlıyor. Sendikalar kendilerini sayıyorlar. Partiler kendilerini sayıyorlar. Patronlar kendilerini sayıyorlar. Biz de öyle.
Ve saymayı bıraktığımızda herşeyin olduğu gibi kalmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Değişimden kaçınılamıyorsa, kimseyi rahatsız etmeden getiririz değişimi. Hayaletlerin içinden rahatlıkla geçilebilir.
Zaman zaman politika öne çıkar. Sermaye genellikle dahiyane çözümler icat eder.
Sonra sosyal barış darbe gibi iner. Mezar sessizliği. Yanılsama öyle yayılır ki oyun
hemen hemen tüm güçleri soğurur. Tek bir ses bile yok. Sonra bu mis-en-scéne’in kusurları ve tekdüzeliği. Perde öngörülememiş durumlara açılır. Kapitalist mekanizma
teklemeye başlar. Devrimci müdahale yeniden keşfedilir. ‘68’de oldu. Neredeyse herkesin gözleri yuvalarından uğrayacaktı. Herkes çok fena kızdı. Her yerde bildiriler.
Dağlar dolusu bildiri, broşür, tez ve kitap. Eski ideolojik farklılıklar teneke askerler
gibi sıraya dizildi. Anarşistler bile kendilerini yeniden keşfettiler. Ve bunu tarihsel
olarak, o anın ihtiyaçlarına göre yaptılar. Herkes oldukça kıt zekalıydı. Anarşistler de.
Bazı insanlar olağanüstü uykularından uyandılar ve nefes alacak mekan ve hava
arayarak ve anarşistleri görerek kendi kendilerine şöyle dediler, sonunda birlikte
olmak istediğim biri geldi. Kısa sürede yanıldıklarını anladılar. Olaylar o yönde de
olması gerektiği gibi gitmedi. Orada da aptallık ve oyun vardı. Ve bu yüzden kaçtılar.
Kendi içlerine kapandılar. Parçalandılar. Kapitalist oyunu kabullendiler. Ve kabullenmediklerinde, anarşistler tarafından bile kovuldular. ‘68’in mekanizması yeni teknobürokratik Devlet’in en iyi memurlarını üretti. Ama aynı zamanda kendi antitoksinlerini de üretti. Niceliksel yanılsama süreci açık oldu. Bir yandan yeni bir mal oyunu
görüşü inşa etmek için taze lenf aldı, diğer yandan bir kusur vardı.
Üretim düzeyinde meydan okumanın etkisiz olacağı apaçık belli olmuştur. Fabrikaları, tarlaları, okulları, semtleri ele geçirip kendi kendinizi idare edin, diye ilan ediyordu eski devrimci anarşistler. İktidarı her biçimiyle yok edeceğiz, diye ekliyorlardı.
Ama sorunun köklerine inmeden. Ağırlığının ve kapsamının bilincine varmadan,
onu görmezden gelmeyi tercih ediyorlar, devrimin yaratıcı kendiliğindenliğine
bağladıkları umutları şişiriyorlardı. Ama bu arada üretim üzerindeki kontrolü
sürdürmek istiyorlardı. Ne olursa olsun, devrim hangi yaratıcı biçimleri ifade ederse
etsin, üretim araçlarını ele geçirmeliyiz, diye ısrar ediyorlardı. Aksi halde düşman
bizi o düzeyde alteder. Böylece her tür ödünü kabul etmeye başladılar. Yeni ve daha
dehşet verici bir oyun yarattılar sonunda.
Ve oyun yanılsamasının kendi kuralları vardır. Onu yönlendirmek isteyen herkes o
kurallara göre oynamalıdır. Onları bilmeli, uygulamalı, onlar üzerine yemin
etmelidirler. İlk kural, üretimin herşeyi etkilediğidir. Üretmiyorsanız insan
değilsiniz, devrim size göre değil. Neden parazitlere tahammül edelim ki? Onların
yerine mi çalışmamız gerekiyor? Kendi geçimimize ek olarak onların geçimini de mi
sağla- yalım? Dahası, belirsiz fikirlere sahip, canları ne isterse onu yapacaklarını
söyleyen bu insanlar sonunda “nesnel olarak” karşı devrimin amaçlarına hizmet
etmez mi? Eh, bu durumda hemen onlara saldıralım. Müttefiklerimizin kim
olduğunu, kiminle taraf olmak istediğimizi biliyoruz. Korkutmak istiyorsak, o zaman
hep birlikte yapalım; organize olarak, mükemmel düzen içinde, ve kimse ayağını
masaya dayamasın ve pantolonunu indirmesin. Belirli organizasyonlarımızı organize
edelim. Üretim yerine mücadele teknikleri bilen militanlar eğitelim. Üretenler
devrim yapacak, biz yalnızca aptalca birşey yapmasınlar diye orada bulunacağız.
Hayır, bütün bunlar yanlış. Onların hata yapmasını biz nasıl engelleyeceğiz? Organizasyonun oyun düzeyinde, bizden daha fazla gürültü yapabilecekler var. Ve onların
harcayacak nefesi de var. İşyerinde mücadele edin. işinizi korumak için mücadele
edin. Üretim için mücadele edin.
Çemberden ne zaman çıkabileceğiz? Kendi kuyruklarımızı ısırmaktan ne zaman
vazgeçeceğiz?
* IV
<quote>
"Deforme olmuş insan hep kendini
yakışıklı gösteren aynalar bulur."
de Sade
</quote>
İş aşkı ne çılgınlıktır!
Sömürülenlerin sömürüyü, asılan adamın halatı, kölenin zincirlerini sevmesini nasıl
da görmeye değer bir beceri ile başardı sermaye.
İşin idealleştirilmesi şimdiye dek devrimin ölümü oldu. Sömürülenlerin hareketi, ona
yalnızca yabancı değil, aynı zamanda karşıt olan burjuva üretim ahlakı ile
yozlaştırıldı. İlk yozlaşan sektörün işçi sendikaları olması tesadüf değil, üretim oyunu
idaresine çok yakın olmalarının sonucu. İş etiğinin işsizlik estetiğine karşı çıkma
zamanı.
Tüketim toplumunun dayattığı oyun içi ihtiyaçların karşılanmasına, insanın o ilkel
asıl ihtiyacının ışığında, komünizm ihtiyacının ışığında görülen doğal ihtiyaçlarının
karşılanması ile karşı çıkmalıyız.
Bu şekilde ihtiyaçların niceliksel değerlendirilmesi alt üst edilir. Komünizm ihtiyacı
tüm diğer ihtiyaçları ve insan üzerindeki baskılarını dönüştürür.
İnsanın, sömürünün sonucu olan fakirliği gelecekteki kurtuluşun temeli olarak
görülmüştür. Hıristiyanlık ve evrimsel hareketler tarih boyunca el ele yürümüştür.
Cenneti fethetmek için, ya da bizi devrime götürecek sınıf bilincini edinmek için acı
çekmeliyiz. İş etiği olmadan marksist ‘proloterya’ fikri anlamsızdır. Ama iş etiği burju-
vazinin iktidarı ele geçirmesini sağlayan aynı burjuva rasyonalizminin ürünüdür.
Korporatizm proleter enternasyonalizmin süzgecinden yeniden yüzeye çıkıyor.
Herkes kendi sektörü içinde mücadele ediyor. En fazla, sendikalar aracılığı ile başka
ülkelerdeki benzerleri ile iletişim kuruyorlar. Anıtsal çok uluslu şirketlerin karşısına anıtsal uluslararası sendikalar çıkıyor. Devrim yapalım, ama mekanizmayı, işleyen
aleti, burjuvazinin tarihi erdemini yeniden üreten ve şimdi proloteryanın ellerinde
olan o efsanevi nesneyi koruyalım.
Devrimin varisi yarın tüketici ve kapitalist oyunun ana aktörü olmaya yazgılı. Çatışma düzeyinde sonucunun varisi olarak idealize edilen devrimci sınıf, üretimin
idealleştirilmesinde kayboluyor. Sömürülenler bir sınıf ile sınırlandıkları zaman,
oyunun tüm unsurları zaten var oluyor, tıpkı sömürenler sınıfı için olduğu gibi.
Sömürülenlerin sermayeyi globalleştirme projesinden kurtulmalarının tek yolu, işin,
üretimin ve politik ekonominin reddedilmesinden geçiyor.
Ama işin reddedilmesi, iş eksikliğine dayalı bir toplumda “iş eksikliği” ile karıştırılmamalı. Marjinalleştirilmiş olanlar iş ararlar. Bulamazlar. Gettolara itilirler. Suçlulara dönüşüler. Sonra bunların hepsi bir bütün olarak üretim oyunu idaresinin bir
parçası olur. Üretenler ve işsizler kapital için aynı ölçüde vazgeçilmezdir. Ama hassas
bir dengeleri vardır. Zıtlıklar patlar ve değişik kriz türleri üretirler, ve işte bu bağlam
için devrimci müdahale gerçekleşir.
Bu yüzden, işin reddedilmesi, işin yıkımı çalışmama ihtiyacının tasdik edilmesidir.
Tasdik şudur: insan, çalışmamanın kendi içinde uyardığı muhtelif istekler aracılığı ile
çalışmama yoluyla kendini yeniden üretebilir ve nesnelleştirebilir. İşi yok etme fikri,
iş etiği açısından bakıldığı zaman, saçma görünür. Ama nasıl? Bunca insan iş arıyor,
bunca çok işsiz var, ve sen işi yok etmekten bahsediyorsun, öyle mi? Luddite hayalet
belirir ve tüm-klasikleri-okumuş-devrimcilerin tamamını dehşete garkeder. Katı, kapitalist güçlere cepheden saldırma modeline dokunulmamalıdır. Geçmişin tüm başarısızlıkları ve acıları anlamsızdır; utanç ve ihanet de öyle. İleri yoldaşlar, daha
güzel günler gelecek, yine ileri!
‘Boş zaman’, yani işin geçici olarak askıya alınması kavramının, proleterleri durgun
sınıf organizasyonu (partiler, sendikalar ve beleşçiler) atmosferine geri itmek amacıyla neye dönüştürüldüğünü göstermek yeterlidir. Bürokratik boş zaman organizasyonlarının önerdiği oyun, en verimli hayal güçlerini bile depresyona sokmak için bilinçli
olarak tasarlanmıştır. Ama bu ideolojik bir örtmeceden başka birşey değildir; bir
bütün olarak oyunu oluşturan toptan savaşın pek çok aracından biri.
Komünizm ihtiyacı herşeyi dönüştürür. Komünizm ihtiyacı aracılığı ile çalışmama
ihtiyacı olumsuz açıdan (işe karşı olmak) olumlu açıya geçer, yani bireyin tamamen
kendisi için boş olması, kendini mutlak özgürlük içinde ifade etme olasılığı, her tür
modelden uzaklaşması, hatta üretim modeli gibi temel ve vazgeçilmez sayılanlardan
bile.
Ama devrimciler işbilir insanlardır ve her tür modelden uzaklaşmaktan korkarlar,
özellikle de kavramın anlamının tam anlamıyla gerçekleştirilmesi yolunda bir engel
oluşturan devrim modelinden. Kendilerini hayatta bir rolden yoksun bulmaktan
korkarlar. Siz hiç devrim projesi olmayan bir devrimci ile karşılaştınız mı? Enine
boyuna tanımlanmış ve kitlelere tüm açıklığı ile sunulmuş bir projesi? Modeli, amba-
lajı, devrimin temellerini yok ettiğini iddia eden devrimci nasıl bir devrimci olur?
Niceliksellik, sınıf, proje, model, tarihi görev ve bu tür eski kavramlara saldıran biri,
yapacak hiçbir şey bulamamak, başka herkes gibi gerçekten, alçakgönüllülükle
eyleme geçmek zorunda kalmak riski ile karşı karşıya kalır. Ölümcül bir tarih işareti
beklemeden gün be gün devrimi inşa eden milyonlarca başkası gibi. Ve bunu yapmak
için cesarete ihtiyacınız vardır.
Katı modeler ve küçük niceliksel oyunlarla, gerçek olmayan, hayali devrim projesi -
nin, sermaye oyununun güçlendirilmesi aleminde kalırsınız.
Üretim etiğini lağvederek doğrudan devrimci gerçekliğe girersiniz.
Bu tür şeylerden bahsetmek bile zordur, çünkü bunları bir tezin sayfalarında anlatmak mantıklı gelmez. Bu sorunları azaltarak nihai ve eksiksiz bir analize varmak,
asıl konuyu ıskalamak olacaktır. Yapılacak en iyi şey, sözcük oyunlarının incelikli
büyüsünü getirebilecek resmi olmayan bir tartışma olabilir.
* V
<quote>
"Ciddi ciddi neşeden bahsetmek gerçek bir çelişkidir.
Yaz geceleri ağır.
İnsan minik odalarda iyi uyuyamıyor.
Giyotin Arifesi’ndeyiz."
Zo d'Axa
</quote>
Sömürülenler de oyun zamanı bulur. Ama onların oyunu neşe değildir. Dehşet verici
bir ayindir. Ölüm bekleyişi. Üretim eylemi sırasında biriken şiddetin baskısını hafifletmek için işin askıya alınması. Tüketim mallarının hayali dünyasında, oyun da bir
yanılsamadır. Oyun oynadığımızı hayal ederiz, ama aslında tek yaptığımız tekdüze bir
biçimde sermayenin bize verdiği rolleri tekrarlamak
Sömürü sürecinin bilincine vardığımızda hissettiğimiz ilk şey bir intikam duygusu
olur, sonuncusu ise neşe. Özgürleşme kapitalizmin kötülüğü tarafından bozulmuş bir
dengenin düzeltilmesi olarak görülür, iş dünyasının yerini alacak bir oyun dünyasının
gelişi olarak değil.
Patronlara saldırının ilk aşaması budur. Hemen farkındalık aşaması. Bize vuran
zincirlerdir, kırbaçtır, hapishane duvarlarıdır, cinsel ve ırksal engellerdir. Herşey
yıkılmalıdır. Bu yüzden biz kendimize ve sorumluluklarını hesabını ödetmek için
düşmanımıza vururuz.
Giyotinin gecesinde yeni bir oyunun temelleri atılır. Sermaye gücünü yeniden
kazanır: ilk önce patronların, sonra devrimcilerin kafaları vurulur.
Yalnızca giyotin ile devrim yapmak imkansızdır. İntikam iktidarın bekleme odasıdır.
İntikam almak isteyen herkesin bir öndere ihtiyacı vardır. Bir önder onları zafere
götürür ve bozulmuş adaleti geri getirir. Ve her kim intikam çığlıkları atıyorsa, ondan alınanları geri almak ister. Doğrudan en yüksek soyutlamaya, artı değere el konmasına. Geleceğin dünyası herkesin çalıştığı bir yer olmalıdır. Güzel! O zaman, onun işlemesini sağlayanlar ve aynı sebepten, yeni patron olanlar dışında herkese kölelik
dayatıldığı bir sistem geçer elimize.
Ne olursa olsun patronlar yanlışlarının karşılığını “ödemelidirler.” Pekala! Hıristiyan
günah, yargı ve tazminat etiğini devrime taşırız biz de. Ve ticari kökenden geldiği
açık olan “borç” ve “ödeme” kavramlarını da.
Bütün bunlar oyunun parçasıdır. Doğrudan iktidar tarafından idare edilmediği
zaman bile kolaylıkla ele geçirilebilir. Rol değişimi drama tekniklerinden biridir.
İntikam ve ceza silahlarını kullanarak saldırmak, sınıf mücadelesinin belirli bir
anında gerekli olabilir. Hareket başka silahlara sahip olmayabilir. Bu yüzden giyotin
anı olacaktır. Ama devrimciler böyle bir silahın sınırlarının farkında olmalıdır. Kendilerini ya da diğerlerini aldatmamalıdırlar.
Kapitalizm gibi rasyonalize eden bir mekanizmanın paranoyak çerçevesi içinde, intikam devrimi kavramı, devamlı kendini adapte eden oyunun bir parçası haline bile
gelebilir. Üretim hareketi, ekonomi bilimi sayesinde meydana gelir görünür, ama
aslında görevlerin ayrımı denen hayali antropolojiye dayalıdır.
Özyönetimli bile olsa işte neşe yoktur. Devrim basit bir işin yeniden organize edilmesine indirgenemez. Yalnızca buna değil. Fedakarlıkta, ölümde ve intikamda neşe
yoktur. Tıpkı insanın kendi kendini saymasında neşe olmadığı gibi. Aritmetik
neşenin olumsuzlanmasıdır.
Yaşamayı arzu eden herkes ölüm üretmekten kaçınır. Giyotinin geçici olarak kabul
edilmesi, onun kurumsallaşmasına gider. Ama aynı zamanda, yaşama aşık olan
herkes sömürenlerine kucak açmaktan da kaçınır. Bunu yapmak, yaşama karşı olup
fedakarlık, kendi kendini cezalandırma, iş ve ölümü savunmak demektir.
İş mezarlığında sömürü ile geçen yüzyıllar dev bir intikam dağı biriktirmiştir. Devri-
min önderleri duygusuzca bu dağın üzerinde oturmaktadır. Ondan kar etmek için en
iyi yolu çizmeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden intikam mahmuzu gücü ele geçiren yeni
kastın çıkarları aleyhine yöneltilmelidir. Simgeler ve bayraklar. Sloganlar ve karmaşık analizler. İdeolojik aygıt gerekli olan herşeyi yapar.
Bunu mümkün kılan iş etiğidir. İşten zevk alan ve üretim araçlarını ele geçirmek
isteyen herkes işlerin körlemesine ilerlemesine karşıdır. Deneyimlerine dayanarak
bilirler ki, sömürünün işlemesini sağlamak için patronların yanlarında güçlü organizasyonları vardı. Aynı ölçüde güçlü ve mükemmel bir organizasyonun özgürleşmeyi
mümkün kılacağını düşünürler. Gücün yeten herşeyi yap; ne pahasına olursa olsun
üretim kurtarılmalı.
Aldatmaca budur. İş etiği, Hristiyan fedakarlık etiğidir, patronların etiğidir ve tarihteki kitle katliamları sayesinde endişe verici bir düzenlilik içinde birbirini takip
etmişlerdir.
Bu insanlar artı değer üretmemenin mümkün olduğunu, insanın bunu yapmayı
reddedebileceğini, insanın üretmeme iradesini ortaya koymasının, böylece hem
patronların ekonomik yapısına, hem de tüm Batı düşüncesine işleyen ideolojik
yapılara karşı mücadele etmenin mümkün olduğunu kavrayamazlar.
Niceliksel devrim projesinin temelinin iş etiği olduğunu anlamak önemlidir. işe karşı
savlar, eğer niceliksel büyüme mantığına sahip devrimci organizasyonlar tarafından
öne sürülüyorlarsa anlamsızdır.
İş etiğininin yerine neşe estetiği koymak, pek çok endişeli yoldaşın tercih edeceği gibi
hayatın sonu demek değildir. “Ne yiyeceğiz?” sorusuna insan basitçe şu yanıtı verebilir: “Ne üretiyorsak.” Yalnız, artık üretim insanın kendini belirlediği boyut olmayacaktır, çünkü o boyut oyun ve neşe çerçevesinde meydana gelecektir. insan doğadan ayrı
birşey olarak üretebilir, ve sonra doğanın kendisiymiş gibi onunla birleşebilir. Böylece
her an, yeterince olduğu zaman üretimi durdurmak mümkün olur. Yalnızca neşe kontrol edilemez olur. Çağımızı nüfuslandıran medeni larvaların tanımadığı bir güç. Devrimin yaratıcı dürtüsünü on katına çıkarabilecek bir güç.
Komünist dünyanın sosyal serveti, kendine parti proletaryası adını veren bir azınlık
tarafından idare edilse bile, artı değer birikimi ile ölçülmez. Bu durum iktidar üretir
ve anarşinin özünü reddeder. Komünist sosyal servet, devrimden sonra gelen yaşam
potansiyelinden doğar.
Niceliksel değil, niteliksel birikim kapitalist birikimin yerini almalıdır. Basit ekonomik devrimin yerini yaşam devrimi alır, kristalize edilmiş üretimin yerini üretici
potansiyel alır, oyunun yerini neşe alır.
Kapitalist yanılsamaların gösteri pazarının reddedilmesi yeni bir değişim türü yaratacaktır. Kurgusal niceliksel değişim yerine gerçek niteliksel değişim. Malların dolaşımı
kendini nesnelere ve nesnelerin hayali materyalize edilişine değil nesnelerin yaşamdaki anlamına dayandıracaktır. Ve bu bir yaşam anlamı olmalıdır, ölüm değil. Bu
yüzden bu nesneler değiştokuş edildikleri kesin anla sınırlı olacaklardır, ve önemleri
bu değişimin yer aldığı durumlara göre değişecektir.
Aynı nesnenin derinlemesine farklı “değerleri” olabilir. Kişiselleştirilmiş olacaktır.
Şimdi, kapital boyuyunca bildiğimiz şekliyle üretim ile hiç ilgisi olmayacaktır.
Değişimin kendisi, sınırsız üretimin reddedilmesi aracılığı ile görüldüğünde, farklı
bir anlam taşıyacaktır.
Özgürleşmiş işgücü diye bir şey yoktur. Bütünleşmiş (el emeği-zihin emeği) işgücü
diye birşey yoktur. Var olan, iş bölümü ve işgücünün satışıdır, yani kapitalist üretim
dünyası. Devrim işgücünün olumsuzlanması, neşenin onaylanmasıdır. iş, ‘adil iş’,
sömürüsüz iş, sömürülenlerin kendilerini sömürü olmadan tüm üretim sürecine
dahil edecekleri ‘kendi kendini idare eden’ iş fikirlerinin dayatılması, gerçeklerin
çarpıtılmasıdır.
Üretimin kendi kendini idare etmesi kavramı ancak kapitalizme karşı bir mücadele
biçimi olarak geçerlidir, aslında mücadelenin kendi kendini idare etmesi fikrinden
ayrılamaz. Mücadele söndürüldüğü zaman kendi kendini idare, insanın sömürülmesini kendi kendine idare etmesinden başka birşey olmaz. Eğer mücadele muzaffer çıkarsa, üretimin kendi kendini idaresi gereksiz olur, çünkü devrimden sonra üretim orga-
nizasyonu da gereksiz ve devrim karşıtıdır.
* VI
<quote>
"Atışı kendin yaptığın sürece
herşey beceridir ve kolay kazanmaktır; ancak
sen aniden ebedi oyun arkadaşının sana,
senin merkezine, tüm gücüyle, o ilahi
köprü yapımcılarının muhteşem yaylarından biri ile
fırlattığı topu yakalaması gereken olduğunda: ancak
o zaman yakalamayı başarmak senin değil,
bir dünyanın gücüdür."
Rilke
</quote>
Hepimiz neşeyi tecrübe ettiğimize inanırız. Her birimiz yaşamlarımız boyunca en az
bir kere mutlu olduğumuza inanırız. Yalnız bu neşe deneyimi hep edilgendir. Keyif
alırız. Nasıl neşenin biz istediğimizde kendini göstermesini talep edemezsek, neşeyi
‘arzulayamayız’ da.
Bizler ile neşe arasındaki bunca ayrım bizim kendimizden ‘ayrı’ olmamıza, sömürü
süreci tarafından ikiye bölünmüş olmamıza dayanır.
Tatil ‘neşesini’ yaşayabilmek için sene boyunca çalışırız. Tatil geldiğinde, tatilde
olduğumuz gerçeğinin ‘zevkini’ çıkarmaya ‘zorunlu’ hissederiz. Tüm diğer işkence
türleri gibi bir işkence. Aynısı pazar günleri için de geçerlidir. Korkunç bir gün. Boş
zaman yanılsamasının zayıflatılması bize içinde yaşadığımız ticaret oyununun
boşluğunu gösterir. Aynı boş bakışlar yarı boş cama, televizyon ekranına, futbol
maçına, kadın kahraman dozuna; sinema ekranına, trafik keşmekeşine, neon ışıklarına, manzarayı öldürme işini tamamlamış olan prefabrike evlere konar.
Kapitalist oyunun muhtelif resitallerinin derinliklerinde ‘neşe’ aramak saf deliliktir.
Ama kapitalin istediği de tam olarak budur. Bizi sömürenler tarafından programlanmış boş zaman deneyimi ölümcüldür. Çalışmak istemenize sebep olur. İnsan
görünürdeki yaşama karşı kesin ölümü tercih etmeye başlar.
Kapitalist sömürünün rasyonel mekanizmasından hiçbir neşe ulaşamaz bize. Neşenin
onu düzenleyecek belirli kuralları yoktur. Öyle olsa bile, neşeyi arzu edebiliyor
olmalıyız. Aksi halde yolumuzu şaşırırız.
Bu yüzden neşe arayışı bir irade eylemidir, sermayenin ve onun değerlerinin sabit
koşullarını kararlılıkla reddetmektir. Bu reddedişlerin ilki, bir değer olarak işi reddetmektir. Neşe arayışı ancak oyun arayışı ile mümkündür.
Bu yüzden oyun demek, sermaye boyutunda düşünmeye alışık olduğumuz şeyden
farklı bir şey demektir. Dingin aylaklık gibi, kendine hayatın sorumluluklarını inkar
eden oyun, gerçekte var olanın yapay, çarpık imgesidir. Çatışmanın mevcut aşamasında ve sermayeye karşı mücadelenin göreceli kısıtlamalarında, oyun bir ‘boş zaman
faaliyeti’ değil bir silahtır.
Kaderin tuhaf cilvesi sonucunda roller değişmiştir. Eğer yaşam ciddi bir şeyse, ölüm
bir yanılsamadır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur. Simdi, ölümün hükümranlık alanı, yani insan olarak varlığımızı inkar eden ve bizi ‘şeylere’ indirgeyen sermayenin hükümranlık alanı çok ciddi, yöntemli ve disiplinli görünür. Ama onun sahiplenme hezeyanı, etik şiddeti, ‘yapma’ takıntısı büyük bir yanılsamayı saklar: mal oyununun mutlak boşluğunu, sonsuz birikimin faydasızlığını ve sömürünün saçmalığını.
Bu yüzden iş ve üretkenlik dünyasının büyük ciddiliği mutlak bir ciddiyet yoksunluğunu saklar.
Tam tersine, bu aptal dünyanın reddi, sözde ‘ciddiyet eksikliği’ içinde neşe, düş,
ütopya arayışı yaşamdaki en ciddi şeyi saklar; ölümün reddini. Sermaye ile fiziksel
karşılaşma esnasında oyun, duvarın bu yanında bile farklı biçimler alabilir. Pek çok
şey ‘oyuncu bir şekilde’ yapılabilir, ama yaptığımız şeylerin çoğunu, kapitalden ödünç aldığımız ölüm maskesini takarak çok ‘ciddi bir şekilde’ yaparız. Oyun daima yeni
olan, daima hareket halinde olan yaşamsal bir dürtü olarak nitelendirilir. Kendimizi
ölümden kurtarırız. Oyun canlı hissetmemizi sağlar. Bize yaşam heyecanı verir. Diğer
rol modelinde herşeyi sanki bir görevmiş gibi, onu yapmak ‘zorundaymış’ gibi yaparız.
Ancak oyunun, kapitalizm deliliğinin ve yabancılaşmasının tam tersi olan, her daim
yeni heyecanı içinde neşeyi tanıyabiliriz. Eski dünya ile bağlarımızı koparma ve yeni
amaçlar, başka değerler ve ihtiyaçlar ile özdeşleşme olasılığı işte buradadır. Neşe bir
insanın amacı olarak düşünülmese bile, kuşkusuz bilinçli olarak arandığı zaman
sermaye ile çatışmayı farklı kılan ayrıcalıklı bir boyuttur.
Hayat o kadar sıkıcı ki yapacak hiçbir şey yok maaşın tamamını en yeni etek ya da
gömlek üzerine harcamaktan başka. Kardeşlerim, gerçek arzularınız nedir? Eczanede
oturmak, uzak, boş, sıkkın görünmek, tatsız kahve içmek mi? Yoksa, belki.
* VII
<quote>
"ONU HAVAYA UÇURMAK
YA DA YAKIP KÜL ETMEK Mİ?"
The Angry Brigade
</quote>
Hepimiz gırtlağımıza kadar kapitalizmin büyük oyununa gömüldük. Sırayla bir
aktör, bir seyirci oluyoruz. Rol değiştiriyoruz, ya ağzımız bir karış açık başkalarına
bakıyoruz ya da başkalarını kendimize baktırıyoruz. Yalnızca bir balkabağı olduğunu
bilmemize rağmen billur arabaya bindik. Peri annenin büyüsü eleştirel farkındalığımızı ayarttı. Simdi oyunu oynamalıyız. En azından geceyarısına kadar.
Fakirlik ve açlık hâlâ devrimin itici güçleri. Ama sermaye oyunu genişletiyor. Sahnede
yeni aktörler istiyor. Dünyadaki en büyük gösteri bizi şaşırtmaya devam edecek. Her
zaman daha karmaşık, her zaman daha iyi organize edilmiş olacak. Yeni palyaçolar
kürsüye çıkmaya hazırlanıyor. Yeni vahşi hayvan türleri ehlileştirilecek.
İlk çıkacak olanlar nicelik destekçileri, aritmetik aşıkları olacak ve sahne ışıkları ile
körleşerek gereklilik kitlelerini ve kurtuluş ideolojilerini peşlerinden sürükleyecekler. Ama kurtulamayacakları bir şey ciddilikleri olacak. Yüzleşecekleri en büyük
tehlike bir kahkaha olacak. Sermayenin gösterisinde neşe ölümcüldür. Herşey loş ve
kasvetlidir, herşey ciddi ve düzenlidir, herşey rasyonel ve programlanmıştır, hem de
sahte ve yanıltıcı olduklarından.
Krizlerin ötesinde, gelişmemişliğin başka sorunlarının ötesinde, fakirlik ve açlığın
ötesinde, sermayenin çıkartacağı son savaş, sonucu belirleyecek olan, can sıkıntısına
karşı olandır.
Devrimci hareket de onun savaşlarında mücadele etmek zorunda kalacaktır. Yalnızca
sermayeye karşı olan eski savaşlarda değil, kendine karşı olan yeni savaşlarda. Can
sıkıntısı ona içeriden saldırmakta, onun çürümesine sebep olmakta, onu boğucu,
yaşanmaz kılmaktadır.
Bunları, kapitalizm oyunundan hoşlananlara bırakalım. Sonuna dek rollerini oynamaktan memnun olanlara. Bu insanlar reformların herşeyi gerçekten değiştirebileceğini düşünür. Ama bu başka herşeyden daha büyük bir ideolojik örtmecedir.
Parçaları değiştirmenin sistemin kurallarından biri olduğunu çok iyi bilirler. Her
seferinde işleri birazcık düzeltmek sermaye için faydalıdır.
Bir de. sermayeye sözel olarak saldıranların hiç eksik olmadığı devrimci hareket
vardır. Bu insanlar epey kargaşa yaratır. Büyük bildirilerle ortaya çıkarlar, ama artık
kimseyi etkileyememektedirler, özellikle de onları sinsice gösterinin en hassas
kısmında kullanan sermayeyi hiç. Soliste ihtiyacı olduğunda bu oyunculardan birini
sahneye çıkarır. Sonuç açmasıdır. Gerçek şudur ki, tüketim mallarının gösteri
mekanizması sermayenin hükümranlık alanına, koordinasyon merkezlerine, üretimin ta çekirdeğine girilerek kırılmalıdır. Nasıl olağanüstü bir neşe patlaması, ne
kadar yaratıcı bir ileri sıçrayış, ne kadar sıradışı bir amaçsız amaç olacağını bir
düşünün.
Yalnız, kapital mekanizmalarına neşeyle, yaşam simgeleri ile girmek güçtür. Silahlı
mücadele genellikle bir ölüm simgesidir. Patronlara ve onların hizmetkarlarına ölüm
verdiği için değil, ölüm hakimiyetinin yapılarını kendine istediği için. Farklı algılansa
gerçekten de eylem halindeki neşe olurdu, mal gösterisinin dayattığı, militer parti,
gücün fethi yapısal koşulları yıkabilirdi; öncü olabilirdi.
Devrimci hareketin diğer düşmanı budur. Anlayamamak. Çelişkinin yeni koşullarını
görmeyi reddetmek. Artık mal gösterisinin bir parçası halini almış geçmişin modellerini dayatmakta ısrar etmek.
Yeni devrimci gerçeklik konusundaki cehalet hareketin devrimci kapasitesinin teorik
ve stratejik olarak farkına varılmamasma yol açıyor. Ve teorik niteliğe sahip sorulara
bakmadan hemen müdahale etmeyi kaçınılmaz kılmak için çok yakında düşmanlar
olduğunu söylemek yeterli değil. Bütün bunlar hareketin yeni gerçekliğiyle yüzleşme
ve şu anda ciddi sonuçları yaşanan, geçmişte yapılmış hatalardan kaçınma yeteneksizliğini gizliyor. Ve bu inkar her tür ussalcı siyasi yanılsamayı besliyor. İntikam, önderler, partiler, öncü, niceliksel büyüme gibi kategoriler yalnızca bu toplum boyutunda bir anlam ifade ediyor ve böyle bir anlam gücün sürekliliğini destekliyor. Olaylara devrimci bakış açısından, yani her tür gücün tamamen ve kararlılıkla yok
edilmesi açısından bakarsanız, bu kategoriler anlamsızlaşır. Ütopyanın yersizliğine
girerek, iş etiğini altüst ederek, onu hemen, buranın neşe gerçekleşmesine dönüştürerek, kendimizi tarihsel örgüt biçimlerinden çok uzak bir yapının içinde buluruz.
Bu yapı durmaksızın değişir ve bu yüzden kristalleşmeden kaçınır. İşyerindeki üreticilerin öz-örgütlenmesi ve işe karşı verilen mücadelenin öz-örgütlenmesi ile nitelenir.
Üretim araçlarını ele geçirmez, ama durmaksızın değişen örgütsel biçimler aracılığı
ile üretimi reddeder.
İşsiz ve geçici işçiler konusunda da aynı şey olmaktadır. Can sıkıntısı ve
yabancılaşmanın teşvik ettiği yapılar öz-örgütlenme temelinde ortaya çıkmaktadır.
Dışsal bir örgütün dayattığı ve programladığı amaçların sunulması hareketi öldürür
ve onu mal gösterisine teslim eder.
Çoğumuz bu devrimci örgüt fikrine bağlıyız. Otoriter örgütü reddeden anarşistler bile
onu hor görmüyorlar. Bu temelde hepimiz kapitalin çelişkili gerçeğine benzer araçlarla saldırılabileceğini kabul ediyoruz. Bunu yapıyoruz, çünkü bu araçların yasal
olduğuna, kapital ile aynı mücadele alanından çıktığına ikna olmuşuz. Herkesin olayları bizim gibi görmeyebileceğim kabul etmeyi reddediyoruz. Teorimiz örgütlerimizin
uygulaması ve stratejisi ile aynı.
Otoriterler ile bizim aramızda çok fark var; ama ortak tarihsel örgüt inancı önünde
hepsi yıkılıyor. Anarşiye bu örgütlerin çalışmaları aracılığı ile ulaşılacak (yalnızca
yaklaşım yöntemlerinde önemli farklar beliriyor). Ama bu inanç çok önemli bir şeyi
gösteriyor: tüm ussalcı kültürümüzün gerçekliğini ilerici terimlerle açıklama iddiası.
Bu kültür kendini tarihin geri çevrilemez olduğu fikrine ve bilimin analitik kapasitesine dayandırıyor. Bütün bunlar bizim şu anı, geçmişin tüm çabalarının karanlığın
güçlerine (kapitalist sömürüye!) karşı mücadelenin doruk noktası ile buluştuğu nokta
olarak görmemize sebep oluyor. Sonuç olarak, öncellerimizden daha ileride olduğu muza, geçmişin tüm deneyimlerinin toplamı olan teorileri ve örgütsel stratejileri
detaylandırıp uygulamaya koyabileceğimize ikna oluyoruz. Bu yorumu reddeden
herkes kendilerini otomatik olarak gerçekliğin ötesinde buluyorlar, ki tanımı gereği
bu da tarih, ilerleme ve bilim demek. Böyle bir gerçekliği reddeden herkes tarihkarşıtı, ilerleme-karşıtı ve bilim karşıtı oluyor. Temyiz hakkından mahrum mahkumiyet.
Bu ideolojik zırhla donanmış olarak sokaklara çıkıyoruz. Burada, analizlerimizin
çerçevesine girmeyen uyarıcılardan oldukça farklı yapılanmış bir mücadele gerçekliğine tosluyoruz. Güzel bir sabah, barışçıl bir gösteri sırasında polis ateş etmeye
başlıyor. Yapı tepki veriyor, yoldaşlar da ateş ediyor ve polis memurları düşüyor.
Aforoz! Barışçıl bir gösteriydi bu. Yozlaşarak bireysel gerilla eylemlerine dönüştüğüne
göre provokasyon olmalı. Gerçekliğin ‘parçası’ değil, gerçekliğin ‘kendisi’ olduğuna
göre hiçbir şey ideolojik organizasyonumuzun mükemmel çerçevesinin ötesine geçemez. Ötedeki herşey deliliktir ve provokasyondur. Süpermarketler harap edilir, dükkanlar, yiyecek ve silah depoları yağmalanır, lüks arabalar yakılır. Bu, çarpıcı şekliyle
mal oyununa saldırıdır. Yeni yapılar o yönde ilerlemektedir. Aniden, gereken minimum stratejik yönlendirme ile biçimlenirler. Gösteriş yok, uzun analitik önermeler
yok, karmaşık destekleyici teoriler yok. Saldırırlar. Yoldaşlar bu yapılar ile özdeşleşir.
iktidar veren örgütleri reddederler; denge, bekleme, ölüm. Eylemleri bu örgütlerin
intihara eğilimli bekle ve gör pozisyonlarının eleştirisidir. Aforoz! Provokasyon
olmalı.
Geleneksel siyasi hareketlerden bir kırılma vardır ve bu hareketin kendisinin eleştirisi halini alır. İstihza bir silah olur. Yazarın çalışma odasına kapanmış olarak değil,
kitle halinde, sokaklarda. Sonuç olarak yalnızca patronların uşakları değil, çok uzak
ve yakın geçmişin devrimci önderleri de kendilerini güçlük içinde bulurlar. Ufak çaplı
patronlar ile önder grubun zihniyeti de krize girer. Aforoz! Tek geçerli eleştiri patronlara karşı olandır ve tarihi sınıf mücadelesi geleneğinin koyduğu kurallara uymalıdır.
Bu ilahi kurallardan sapan herkes provokatördür.
İnsanlar toplantılardan, klasiklerden, anlamsız yürüyüşlerden, kılı kırk yaran teorik tartışmalardan, sonsuz ayrımlardan, bazı siyasi analizlerin tekdüzeliğinden ve
fakirliğinden bıktı. Onlar aşk yapmayı, sigara içmeyi, müzik dinlemeyi, yürüyüşe
çıkmayı, uyumayı, gülmeyi, oynamayı, polis öldürmeyi, gazeteci sakatlamayı, yargıç
öldürmeyi, kışla bombalamayı tercih ediyorlar. Aforoz! Mücadele ancak devrimin
önderleri için anlaşılabildiği ölçüde yasaldır. Aksi halde, durumun kontrolden
çıkması riski olduğundan, mutlaka provokasyon vardır.
Acele et yoldaş, polis, yargıç, patron vur. Şimdi; yeni bir polis seni durduramadan.
Hayır demekte acele et, yeni bir baskılama seni hayır demenin anlamsız, delice
olduğuna, bir tımarhanenin konukseverliğini kabul etmen gerektiğine ikna edemeden.
Yeni bir ideoloji onu senin için kutsallaştırmadan kapitale saldırmakta acele et.
Yeni bir sofist sana bir kez daha ‘iş seni özgür kılar’ diyemeden işi reddetmekte acele
et.
Oynamakta acele et. Silahlanmakta acele et.
* VIII
<center>
<quote>
"Toplum polisleri inene kadar devrim olmayacak."
Couerderoy
</quote>
</center>
Oyun aynı zamanda, onu mal gösterisinin bir parçası olarak kullanan sermaye mantığı içinde bir bilmece ve çelişkidir. Kendi içinde sahip olmadığı bir belirsizlik edinir.
Bu belirsizlik kapitalist üretimin hayali yapısından kaynaklanır. Bu şekilde, oyun
yalnızca üretimin askıya alınması, gündelik yaşamda bir ‘barış’ parantezi olur.
Böylece oyun programlanabilir ve dekor olarak kullanılabilir.
Kapitalin hükümranlık alanının dışındayken oyun kendi yaratıcı dürtüsü tarafından
ahenkle yapılandırılır. Üretim dünyasının güçleri tarafından talep edilen şu ya da bu
performansa bağlı değildir, kendiliğinden gelişir. Oyun ancak bu gerçeklik içinde
neşelidir, neşe verir. Sömürünün sebep olduğu incinmeden kaynaklanan mutsuzluğu
askıya almaz, onu tam anlamıyla gerçekleştirir, yaşamın gerçekliği içinde bir
katılımcı kılar. Bu şekilde, ölümün gerçekliği (oyun aracılığı ile olsa bile) tarafından
eyleme konulan numaralara karşı kendini koyarak kasveti daha az kasvetli kılar.
Ölüm gerçekliğini yok edenler kapitalist yanılsamanın efsanevi hükümranlığına
karşı, sonsuzluğu hedeflese bile olasılık tozları içinde yuvarlanan bir hükümranlığa
karşı mücadele etmektedirler. Yıkıcı eylem oyunundan, bunun ima ettiği derin trajedinin tanınmasından, ölümün örümcek ağlarını yok etme yeteneğine sahip hevesin
gücünün farkına varmaktan neşe doğar. Bu dehşete dehşetle, trajediye trajediyle,
ölüme ölümle karşılık verme meselesi değildir. Neşe ile dehşet, neşe ile trajedi, neşe
ile ölüm arasında bir yüzleşmedir.
Bir polis memurunu öldürmek için, önceki hükümlerin kanının aceleyle temizlendiği
bir yargıç cübbesi giymek gerekli değildir. Mahkemeler ve hükümler daima kapital
gösterisinin bir parçasıdır, onları eyleme geçiren devrimciler olsa bile. Bir polis
memuru öldürüldüğünde onun sorumluluğu tartıya vurulmaz, çatışma bir aritmetik meselesi yapılmaz. İnsan devrimci hareket ile sömürenler arasında bir ilişki vizyonu
programlıyor olmaz. İnsan devrimci hareketin içinde yapılanmış bir ihtiyaca, bu
dünyanın tüm analizleri ve haklı çıkarmalarının asla kendi başına dayatmakta
başarılı olamayacağı bir ihtiyaca yakın seviyede tepki veriyor olmaz. Bu ihtiyaç
düşmana, sömürenlere ve uşaklarına saldırma ihtiyacıdır. Hareketin yapıları içinde
ağır ağır olgunlaşır. Ancak açığa çıktığında hareket savunma aşamasından saldırı
aşamasına geçer. Analiz ve ahlaki olarak haklı gösterme akıntıyukarı kaynağa gider,
akıntıaşağı sokaklara çıkanların, onların ayağına dolaşmaya hazırlananların ayaklarının dibine değil. Sermayenin sömürülenler üzerinde uyguladığı sistematik şiddetle geçen yüzyıllarda var olurlar. Ama eksiksiz ve kullanıma hazır bir biçimde ışığa
çıkmaları gerekmez. Bu niyetlerin daha fazla ussallastırılması, gerçekliğe ona ait
olmayan bir model dayatma düşümüz olur.
Toplum polislerini indirelim. Tepki rolünü desteklemiyoruz, bu bize göre değil. Kapitalin bulanık davetini reddediyoruz. Yoldaşlarımızı ya da birbirimizi vurmak yerine,
polis memuru vurmak her zaman daha iyidir. Tarihte, bilimin mücadele edenlerin
bilincinde var olduğu zamanlar vardır. O tür zamanlarda gerçeği yorumlayanlara ihtiyaç yoktur. Gerçek olayların olduğu halinden çıkar. Teoriyi üreten mücadelenin
gerçekliğidir. Tüketim malı pazarının doğumu kapitalin oluşmasını, feodal üretim
biçimlerinden kapitalist üretim biçimlerine geçişi belirlemiştir. Üretimin gösteri
aşamasına girişi ile, tüketim malı biçimi var olan herşeye yayılmıştır: aşk, bilim,
duygular, bilinç, vs.
Gösteri genişlemiştir. Marksistin iddia edeceği gibi, ikinci aşama ilkinin yozlaşmasını
içermez. Tamamen farklı bir aşamadır. Kapitalist herşeyi tüketir, devrimi bile.
Devrim üretim modelinden kopmazsa, yalnızca alternatif biçimler dayatacağını iddia
ederse, kapitalizm onu mat gösterisinin içinde yutar.
Yalnızca mücadele yutulamaz. Biçimlerinin bazıları, belirli örgütsel varlıklar halinde
kristalize olarak, gösteriye çekilebilir. Ama sermayenin üretime verdiği derin önemden koptukları zaman, bu oldukça güçleşir.
İkinci aşamada aritmetik ve intikam meseleleri mantıklı değildir. Bahsedilse bile,
mecazi önem taşırlar.
Sermayenin hayali oyununun imal gösterisi yerine, gerçek olmayanın ve gösterinin
yok edilmesi amacıyla ona karşı yürütülen gerçek silahlı saldırı oyunu konulmalıdır.
* IX
<center>
<quote>
"Kendin yap"
'Bricoleur' Elkitabı
</quote>
</center>
Çok kolay. Kendiniz yapabilirsiniz. Yalnız başınıza ya da birkaç güvenilir yoldaş ile.
Karmaşık araçlara gerek yoktur. Fazla teknik bilgiye bile gerek yoktur.
Sermaye saldırıya açıktır. Tek ihtiyacınız olan kararlı olmaktır.
Bir sürü konuşma bizi kalın kafalı kılmıştır. Bu korku meselesi değildir. Korkmu-
yoruz, yalnızca bir türlü kopamadığımız önceden imal edilmiş fikirlerle aptallık
ölçüsünde doluyuz.
Kendi eylemini gerçekleştirmeye kararlı herhangi biri cesur biri değildir. Yalnızca
fikirlerini berraklaştırmış, sermayenin gösteride onlara verdiği rolü oynama
çabasının anlamsız olduğunu farketmiş kişilerdir. Eksiksiz farkındalık içinde, serinkanlı kararlılık ile saldırırlar. Ve bunu yaparken insan olarak kendilerini
gerçekleştirirler. Neşe içinde kendilerini gerçekleştirirler. Ölümün hükümranlığı
gözlerinin önünde kaybolur. Patronlar için yıkım ve dehşet yaratsalar da, kendi
yüreklerinde ve sömürülenlerin yüreklerinde neşe ve sükunet vardır.
Devrimci örgütler bunu anlamakta güçlük çekerler. Onlar üretim gerçekliğini
yeniden üreten bir model dayatırlar. Üretim gerçekliğinin niceliksel yazgısı onların
niceliksel olarak neşenin estetik boyutu düzeyine geçmelerine engel olur. Bu örgütler
aynı zamanda silahlı saldırıyı tamamen niceliksel ışık altında görürler. Amaçlar cephe
çarpışması terimleri ile belirlenir.
Bu şekilde sermaye herhangi bir acil durumu kontrol altında tutabilir. Hatta kendine
çelişkileri kabullenme lüksünü tanıyabilir, gösteri amaçlarına işaret eder, gösteriyi
genişletmek için üreticiler üzerindeki olumsuz etkileri istismar eder. Sermaye çatışmayı niceliksel alanda kabul eder, çünkü orada tüm yanıtları bilmektedir. Kurallar
üzerinde tekel sahibidir ve çözümleri kendisi üretir. Tam tersine, devrimci eylemin
neşesi bulaşıcıdır. Yağ damlası gibi yayılır. Oyun, gerçeklik üzerinde etkili olduğunda
anlamlı olur. Ama bu anlam, onu yukarıdan idare eden bir model halinde kristalize
olmaz. Bin farklı anlama bölünür ve hepsi üretken, hepsi istikrarsızdır. Oyunun içsel
bağlantıları saldırı eyleminde kendilerini ortaya koyarlar. Ama genel anlam hayatta
kalır, oyunun dışlananlar ve kendilerini ondan ayırmak isteyenler için taşıdığı anlam
hayatta kalır, ilk önce oynamaya karar verenler ve oyunun özgürleştirici sonuçlarını
‘gözleyenler’ oyunun kendisi için zaruridir.
Neşe cemaati bu şekilde yapılanır, iletişime geçmenin kendiliğinden yoludur, oyunun
en derin anlamının gerçekleşmesi için temeldir. Oyun toplumsal bir eylemdir.
Nadiren yalıtılmış bir gerçek olarak ortaya çıkar. Eğer çıkarsa, genellikle psikolojik
baskılamanın olumsuz unsurlarını içerir, olumlu bir yaratıcı mücadele anı olarak
oyunun kabullenilmesi değildir.
Oyunun kendisine verilen anlamın seçiminde gelişigüzelliği önleyen oyunun toplum-
sal anlamıdır. Toplumsal anlam yokluğunda birey başka herkes için anlaşılmaz olacak
kendi kurallarını ve anlamlarını dayatabilir. Oyun onların bireysel sorunlarının (iş,
yabancılaşma, sömürü sorunları) olumsuz etkilerinin geçici olarak askıya alınması
halini alır.
Toplumsal anlaşma içinde, oyun karşılıklı eylemler akışı ile zenginleşir. Karşılıklı
olarak doğrulanan özgürleşmiş hayal güçlerinden geldiği zaman yaratıcılık daha
büyüktür. Her yeni icat, her yeni olasılık kolektif olarak, önceden belirlenmiş modeller olmadan yaşanabilir ve sırf yaratıcı bir an olarak bile, gerçekleşme sırasında bin
farklı güçlükle karşı karşıya gelse de yaşamsal etkisi vardır. Geleneksel devrimci
örgüt sonunda teknisyenlerini dayatmaya başlar. Kaçınılmaz bir şekilde teknokrasiye
doğru gider. Eylemin mekanik tarafına verilen büyük önem bu yolda onu kınar.
İktidarı yok etmeye yönelik eylemde neşe anı arayan devrimci bir yapı bu yıkımı
gerçekleştirmek için kullanılan araçları işte böyle düşünür, araçlar olarak. Bu araçları kullananlar onların kölesi olmamalıdır. Tıpkı onları kullanamayanların kullananların
kölesi olmaması gerektiği gibi.
En kötü diktatörlük türü, aracın diktatörlüğüdür.
Devrimcilerin en önemli silahları kararlılıkları, vicdanları, eylem kararlılıkları, bireysellikleridir. Silahların kendileri yalnızca araçtır, ve bu yüzden daima eleştirel değerlendirmeye maruz bırakılmalıdırlar. Silah eleştirisi geliştirmek gereklidir. Yarı otomatik makineli tüfek ve onun askeri etkililiğinin kutsandığını sık sık görmüşüzdür.
Silahlı mücadele yalnızca silahlarla ilgili değildir. Bunlar tek başına devrimci boyutu
temsil edemez. Karmaşık bir gerçekliği tek bir şeye indirgemek tehlikelidir. Aslında,
oyun bu riski içerir. Yaşayan deneyimin yalnızca bir oyuncağa dönüşmesine sebep
olabilir, onu büyülü ve mutlak bir şeye dönüştürebilir. Pek çok devrimci savaşçı
örgütün sembolizminde makineli tüfeğin belirmesi tesadüf değildir.
Devrimci mücadelenin derin anlamı olarak neşeyi anlamak için bunun ötesine
geçmeliyiz, efsanevi ve efsaneleşmiş nesneler aracılığı ile mal gösterisinin yanılsamalarından ve tuzaklarından kaçmalıyız.
Silahlı mücadele ile yüzyüze kaldığında sermaye nihai çabasını gösterir. Son sınırda
dahil olur. Kendinden çok emin olmadığı bir alanda eyleme geçmek için kamuoyunun
desteğine ihtiyaç duyar. BU yüzden modern propagandanın en rafine silahlarını kullanarak bir psikolojik savaş başlatır.
Temel olarak, bu zamanda kapitalin fiziksel olarak organize olma yolu onu, kendi
zamanlamasına ve saldırı yöntemine karar verebilen devrimci yapı karşısında
saldırıya açık kılar. O bu zayıflığın pek farkında değildir ve telafi etmek için önlemler
almaktadır. Polis yeterli değildir. Ordu bile değildir. Halkın kendisinin daimi
uyanıklığına ihtiyaç duyar. Hatta proleteryanın en mütevazi kısmının. Bu yüzden,
bunu yapmak için sınıf cephesini bölmelidir. Fakirler arasında silahlı organizasyonlar
tehlikesi mitini tatmalıdır; Devletin kutsallığı, ahlakı, kanunu, vesaire miti ile birlik-birlikte. Dolaylı yoldan bu örgütleri ve onların militanlarını bu rolleri üstlenmeye
iter. Bu ‘role’ bürününce, oyunun artık bir anlamı kalmaz. Herşey ‘ciddi’ olur, yanılsama olur; gösterinin hükümranlık alanına girer ve bir mala dönüşür. NEŞE bir ‘maske’
olur. Birey anonim olur, rolünü yaşar, artık görünüş ile gerçekliği birbirinden ayıramaz.
Mal tiyatrosunun büyülü çemberini kırmak için her tür rolü reddetmeliyiz ve buna
‘profesyonel’ devrimci rolü de dahildir.
Silahlı mücadele profesyonel birşey olma izni vermemelidir kendine, kapitalist üretimin dışsal tarafları ona tam da bu görev dağılımını dayatmak istemektedir.
‘Kendin yap.’ Oyunun global tarafını, onu rollere indirgeyerek parçalama. Yaşamdan
zevk alma hakkını savun. Sermayenin ölüm projesini engelle. O yaratıcılık ve oyun
dünyasına ancak oynayanı ‘oyuncu’ya, canlı yaratıcıyı ölü bir kişiye, canlı olduklarını
söyleyerek kendi kendilerini aldatanlara dönüştürerek girebilir.
‘Oyun dünyası’ merkezileşse artık oyundan bahsetmenin anlamı kalmaz. Sermayenin, ‘silahlı neşe’ savımızı ortaya koyduğumuzda devrimci öneriyi yine ele alması
olasılığını öngörmemiz gerekir. Ve bunun gerçekleşmesinin bir yolu, oyun
dünyasının dışarıdan idare edilmesidir. Oyuncuların rollerini ve oyuncak mitolojisini
belirleyerek
Merkezileşme bağlarını (militer parti) kırarak, insan sermayenin, niceliksel pazarın
gösteri üretimi kanununa uyumlu fikirlerini karıştırma sonucunu elde eder. Neşe
tarafından koordine edilen eylem neşe için bir bilmecedir. Bu hiçbir şeydir. Belirli bir
hedefi olmayan, gerçeklikten yoksun birşey. Ve bu böyledir, çünkü sermayenin özü,
amaçları ve gerçekliği hayalidir, ama devrimin özü, amaçları ve gerçekliği somuttur.
Komünizm ihtiyacı kuralı, üretme ihtiyacı kuralının yerini alır. Toplumsal oyunda,
bu ihtiyacın ışığında, bireyin kararları anlamlılaşır. Geçmişin ölüm modellerinin
gerçek olmayan, hayali karakteri keşfedilir. Patronların yok edilmesi tüketim mallarının yok edilmesi demektir, ve tüketim mallarının yok edilmesi patronların yok
edilmesi demektir.
* X
<center>
<quote>
"Baykuş kanat açıyor."
Atina atasözü
</quote>
</center>
‘Baykuş kanat açıyor.’ Kötü başlayan eylemler iyi sonuçlansın. Bunca zamandır
devrimciler tarafından ertelenen devrim, devrimcilerin sosyal barış arzularına karşın
gerçekleşsin.
Sermaye son sözü beyaz ceketlilere verecektir. Hapishaneler fazla uzun dayanmayacaktır. Yalnızca yüceltilmiş eski bir gericinin anılarında yaşayan bir geçmişin kaleleri
olarak, sosyal ortopediye dayalı ideoloji ile birlikte kaybolacaktır. Artık mahkum
olmayacaktır. Sermayenin yarattığı suçlulaştırma süreci rasyonalize edilecek, tımarhaneler aracılığı ile işlenecektir.
Gerçekliğin tamamı gösteri olduğunda, gösteriyi reddetmek gerçekliğin dışında
olmak demektir. Mal kanununu reddeden herkes delidir. Mal tanrısının önünde
eğilmeyi reddetmek insanın akıl hastanesine yatırılması ile sonuçlanacaktır. Orada
tedavi radikal olacaktır. Artık engizisyon tarzı işkence ya da duvarlara sıçrayan kanlar
olmayacaktır; bu tür şeyler kamuoyunu altüst eder. Kendini üstün görenlerin müdahale etmesine, gerekçelere ve telafilere sebep olur, ve gösterinin ahengini bozar.
Hasta zihinler için tek radikal tedavi olarak görülen, kişiliğin tamamen yok edilmesi,
kimseyi altüst etmez. Sokaktaki adam kapitalist gösterinin ağırbaşlı atmosferi ile
sarıldığını hissettiği sürece, üzerine kapanacak tımarhane kapılarına karşı güvende
hisseder. Ona delilik dünyası başka bir yerdeymiş gibi gelir, hem de her fabrikanın
yanında, her okulun karşısında, her arazi parçasının arkasında, her sitenin ortasında
birer tımarhane bulunduğu halde.
Eleştirel kalın kafalılığımız içinde, beyaz ceketli devlet memurlarının yolunu hazırlamamaya özen göstermemeliyiz.
Sermaye, kitlesel düzeyde dolaşıma çıkacak bir yorum kanununu programlamaktadır. Bu kanun temelinde, kamuoyu patronların düzenine saldıranları, yani devrimcileri, deli olarak görmeye alışacaktır. Böylece onların akıl hastanelerine kapatılması
gerekli olacaktır. Hapishaneler de Alman modeli uyarınca rasyonalize edilmektedir.
İlk önce kendilerini devrimciler için özel hapishanelere dönüştürecek, sonra model
hapishanelere, sonra beyin manipülasyonu için gerçek toplama kamplarına, ve sonunda akıl hastanelerine dönüşeceklerdir.
Sermayenin davranışı yalnızca sömürülenlerin mücadelelerine karşı kendini savunma ihtiyacından doğmaz. Mal üretimi kanununun mantığından doğar.
Sermaye için akıl hastanesi global gösterinin işleyişinin kesintiye uğratıldığı yerdir.
Hapishane bunu yapmak için çılgınca çaba gösterir, ama başarılı olamaz, temel sosyal
ortopedi ideolojisi tarafından engellenmektedir.
Tam tersine, tımarhane ‘yeri’nin bir başlangıcı ya da sonu yoktur, tarihi yoktur,
gösterinin değişkenliğine sahip değildir. Orası, bir sessizlik yeridir.
Diğer ‘sessizlik’ yeri, mezarlık, yüksek sesle konuşma yeteneğine sahiptir. Ölü insanlar konuşur. Ve bizim ölülerimiz yüksek sesle konuşur. Bu ağır olabilir, çok ağır. İşte
bu yüzden kapital gittikçe daha az mezarlık olması için çaba gösterecektir. Ve tımarhanelerdeki ‘konukların’ sayısı buna uygun şekilde artacaktır. Bu alanda, ‘sosyalizmin anayurdunun’ anlatacak çok şeyi vardır.
Tımarhane, boş zamanın mükemmel sağaltıcı rasyonalizasyonudur, mal yapısını sarsmadan işin askıya alınması. Üretkenlik yoksunluğunu inkar etmeden üretkenlik
yoksunluğu. Deli adam çalışmak zorunda değildir ve çalışmayarak işin deliliğin
karşılığı olan bilgelik olduğunu doğrular.
Devlete karşı silahlı saldırı zamanının gelmediğini söylerken, bu tür saldırılar
gerçekleştiren yoldaşlar için akıl hastanelerinin kapılarını açıyoruz; devrim
zamanının gelmediğini söylerken deli ceketinin iplerini sıkıyoruz; bu eylemlerin nesnel olarak provokasyon olduğunu söylerken işkencecilerin beyaz ceketlerini giyiyoruz.
Rakiplerin sayısı önemsizken şarapnel etkiliydi. Bir düzine ölüye hoşgörü gösterilebilir. Otuzbin, yüzbin, ikiyüzbin ölü tarihte bir dönüm noktasını belirler, mal gösterisinin barış dolu ahengini bozacak öylesine kör edici aydınlığa sahip devrimci bir referans noktası. Dahası, sermaye daha sinsidir. Uyuşturucuların, mermilerin sahip
olmadığı bir tarafsızlığı vardır. Sağaltıcı olma gerekçesine sahiptirler.
Kapitalin delilik kanunu kendi yüzüne fırlatılsın. Toplum tek bir büyük akıl hastanesidir. Karşıt-duruşların koşulları altüst edilsin.
Bireyin tarafsızlaştırılması kapitalin maddeleşmiş bütünlüğü içinde daimi bir uygulamadır. Fikirleri dümdüz etmek sağaltıcı bir süreçtir, bir ölüm makinesidir. Kapitalizmin gösteri biçimi içinde, bu dümdüz etme olmadan üretim gerçekleşemez. Ve
bütün bunların reddi, ölüm karşısında neşenin seçimi bir delilik işareti ise, bütün
bunların arkasında gizlenen tuzağı herkesin anlamasının zamanı gelmiştir
Batının kültürel geleneğinin tüm aygıtı bir ölüm makinesidir, gerçekliğin inkarıdır,
her tür rezalet ve haksızlığı, sömürü ve soykırımı biriktirmiş, kurgusal olanın
hükümdarlığıdır. Bu mantığın reddi delilik olarak kınanıyorsa, o zaman delilik ile
delilik arasında ayrımı belirlemeliyiz. Neşe silahlanmaktadır. Saldırısı mal, halüsinasyon, mekanizma, intikam, önder ve parti niceliğini altetmektedir. Mücadelesi kar
mantığını, pazar mimarisini, yaşam programlamayı, son arşivdeki son belgeyi
parçalamaktadır. Onun şiddetli patlaması bağımlı olanın düzenini, olumlu ve olumsuz terminolojisini, mal yanılsaması kanununu altüst etmektedir.
Ama bütün bunlar kendini ilan edebilmelidir. Neşe dünyasından ölüm dünyasına
geçmek kolay değildir. Kurallar geçerliliğini yitirmiştir ve sonunda birbirlerini silerler. Neşe dünyasında yanılsama sayılan şey ölüm dünyasında gerçekliktir ve tersi de
doğrudur. Fiziksel ölüm, ölüm dünyasında bir takıntı olan şey, yaşam olarak satılan
şeyden daha az ölümcüldür.
Böylece kapitalin neşe mesajlarını bilmeceleştirme kapasitesi doğar. Niceliksel mantığın devrimcileri bile neşe deneyimlerini derinlemesine anlama kapasitesinden
yoksundurlar. Bazen tereddütle önemsiz yaklaşımlarda bulunurlar. Başka zamanlarda
sermayeninkinden pek de farklı olmayan bir kınamaya koyulurlar.
Ticari mal gösterisinde önemli olan mallardır. Bu birikmiş yığındaki aktif unsur iştir.
Üretim çerçevesinin içinde hiçbir şey aynı anda hem olumlu, hem olumsuz olamaz.
Çalışmamayı öne sürmek mümkündür, çalışmanın inkarı değil geçici olarak askıya
alınmasını. Aynı şekilde, malsızlığı, kişiselleştirilmiş nesneyi öne sürmek de mümkündür, ama ancak ‘boş zaman’ bağlamı içinde, yani hobi olarak, üretim döngüsünün
kabul ettiği zaman süreleri içinde üretilen bir şey olarak. Bu anlamda, bu kavramların, çalışmama ve malsızlık kavramlarının genel üretim modelinin fonksiyonu
olduğu açıktır. Ancak neşenin anlamını ve onunla bağlantılı olarak ölümün
anlamını, birbirine karşı mücadele eden iki zıt dünyanın unsurları olarak açıklığa
kavuşturursak neşe eylemlerinin unsurlarını anlatabiliriz. Hepsini anlatabileceğimizi söyleyerek kendimizi yanıltmadan. Doğrudan sermayeye saldırmak ile
bağlantılı olmayan açılardan olsa bile, neşe tecrübesi yaşamaya başlayan herhangi biri
saldırının önemini kavramaya daha gönüllüdür, en azından nicelik yanılsamasına
dayalı, modası geçmiş çatışma vizyonuna bağlı kalmış birinden daha fazla.
Böylece baykuş yine de kanat açıp uçabilir.
* XI
<center>
<quote>
"Herkes ileri! Ve silahlarla ve yürekler, sözlerle
ve kalemle, hançerle ve silahla, istihza ve küfürle,
hırsızlıkla, zehir ve kundakçılıkla.
Haydi toplumla... savaşalım!..."
Dejaque
</quote>
</center>
Bekleme, kuşkular, sosyal barış düşleri, küçük ödünler ve naiflikle işimiz bitsin artık.
Kapitalizm dükkanlarında bize satılan her tür mecazi süprüntü ile. Herşeyi, en ince
detayına kadar açıklayan büyük analizleri bir kenara bırakalım. Sağduyu ve korku
dolu dev ciltleri. Demokratik ve burjuvaca tartışma ve diyalog, münazara ve kongre,
mafyöz patronların aydınlanmış yetenekleri yanılsamalarını bir kenara bırakalım.
Burjuva iş etiğinin yüreklerimize kazıdığı bilgeliği bir kenara bırakalım. Bize fedakarlık ve itaat öğretmiş yüzyılların Hıristiyanlığını bir kenara bırakalım. Rahipleri,
patronları, devrimci önderleri, daha az devrimci önderleri, hiç devrimci olmayan
önderleri bir kenara bırakalım. Sayıları, nicelik yanılsamalarını, pazar yasalarını bir
kenara bırakalım. Bir an zulmedilenlerin tarihinin yıkıntıları üzerinde oturalım ve
düşünelim.
Dünya bize ait değil. Onu bu haliyle sahiplenmek isteyecek kadar aptal bir efendisi
varsa, bırakın onun olsun. Binaların olması gereken yerdeki yıkıntıları, şehirlerin
olması gereken yerdeki mezarlıkları, ırmakların olması gereken yerdeki çamuru,
denizlerin olması gereken yerdeki pis kokulu tortuyu o saysın. Dünyadaki en büyük
sihirbaz gösterisi artık bizi büyülemiyor.
Burada, şu andaki mücadelemizden neşe toplumları doğacağından eminiz.
Ve ilk defa, yaşam ölümü altedecek.
[1] 2 Haziran 1977’de, Il Giornale Nuovo gazetesinin direktörü bir Kızıl Tugay elemanı tarafından ayağından yaralandı. Bir önceki
gün, Vittorio Bruno, Il Secolo XIX gazetesinin direktör yardımcısı Genova’da bacağından vurulmuştu. Ertesi gün, devlet
televizyonunun politik haberler yöneticisi Emilio Rossi’ye piyango çıkmıştı.Bu saldırılar Kızıl Tugaylar’ın ‘psikolojik savaşın
aletleri’ne karşı yürüttükleri kampanyanın dile gelmesiydi.
|